Hz. Ebubekir’e (r.a.) neden “Sıddık” denilmiştir?
|
|
Hz. Ebubekir’e (r.a.) neden “Sıddık” denilmiştir?
Mevlana Hazretleri buyurur:
“Hazret-i Ahmed’in, akıl ve irfanın zirvesinde olduğunu herkes biliyordu. Fakat kendisine vahyedilen ilahı bilgileri, her idrak telakkı edemedi.”
“Vahiy ruhuna ve ledünnı ilme uygun zuhuratlar, pek üstündür, pek yücelerdedir. Akıl onları kavrayamaz. Çünkü o üstün hakıkatler, mana aleminin ötelerindedir; akıl ve mantık, oralara ulaşmaktan aciz kalır.”
“Hatta insanın aklı, vahiy ruhuna uygun hareketleri bile, bazen mecnunluk gibi görür. Bazen de onlara hayran olur, şaşırır kalır. Çünkü bu yüksek hakıkatlerin anlaşılması için aklın da o dereceye yükselmesi, daha doğrusu, aklın kalp ile bir ahenk teşkil etmesi gerekir.”
“Hızır’da tecellı eden ledünnı hakıkatler karşısında Kelımullah olan Hazret-i Musa’nın bile aklı zorlanmıştı. Hal böyleyken ey akıllı-fikirli geçinen kişi; söyle bakalım, farenin aklı ne işe yarar?”
“Şunu unutma ki eğer bir zerre, kalkar da bir dağı tartmaya girişirse, o dağ yüzünden terazisi paramparça olur.”
“Aklı, Hazret-i Mustafa huzurunda kurban et ve; «Allah’ım bana yeter!» de!”
ıman; Allah’ın varlığını, birliğini ve haber verdiği hakıkatleri kalp ile tasdik, dil ile ikrardan meydana gelir. ıman, akıl ile idrak değil, kalben bir ön kabuldür.
Mü’minin alamet-i farikası; gözlerin görmediği, akılların idrakten aciz kaldığı gaybı hakıkatleri de, şeksiz-şüphesiz, tam bir teslımiyetle, kalben tasdik etmesidir.
Akıl, dınen mükellef sayılmanın birinci şartıdır. Cenab-ı Hak, pek çok ayet-i kerımede kullarına, akıllarını kullanmayı emir buyurmaktadır. Bu yönüyle akıl, son derece kıymetli bir ihsan-ı ilahıdir. Lakin pek çok nımet gibi akıl da, iki uçlu bir bıçak gibidir. Hayra da kullanılabilir, şerre de.
Nitekim iblis de Rabbinin emrine karşı nefsanı bir akıl yürütme neticesinde ası olup ebedı lanete duçar olmuştur. Bu yüzden aklın, kişiyi hakka ve hayra sevk eden bir rehber vazifesi görebilmesi için, vahiyle terbiye edilmesi şarttır.
Akıl, hakıkate ulaşmada sınırsız bir kudrete sahip değildir. Nasıl ki gözün bir görme mesafesi, kulağın bir işitme hududu varsa, aklın da bir sınırı vardır. Sınırlı olanın, sonsuz olanı bütünüyle kavrayabilmesi ise imkansızdır. Bir bardağa koca bir okyanusu sığdırmak mümkün değildir.
|